21 Mayıs 2017 Pazar

Ege otları dile geldi :)




Geçtiğimiz akşam, çok lezzetli bir deneyim yaşadık. Big Chefs'in davetiyle Tarabya şubesinde tüm ön yargılarımdan pişmanlık duyduğum bir akşam geçirdim. Ege'den gelen otlarla, aklınıza gelmeyecek kadar farklı ve lezzetli bir gece yaşattılar bize. Otlu revani desem size, ne düşünürsünüz?

Tamam durun, aklınızdan bir sürü görsel geçiyor olabilir ama hemen karar vermeyin benim gibi. Daha masamıza ilk oturduğumuzda, menünün son sıralarında yer alan otlu revaninin şanı anlatıldı.

Bu kadar ballandıra ballandıra anlatılan bir otlu revani, tüm merak duygularımı
uyandırdı :) Isırgan otu çorbasıyla başlayan özel menü, daha ilk yemekten sinyallerini verdi. Ben ısırgan sevmem, ama hayatımda içtiğim en lezzetli çorba nasıl olur da ısırgan otu çorbası olabilirdi :) (Not: utanmasam bir kase daha isteyecektim) Arkasından gelen Şevketi Bostan, Asma Yaprağında Enginar Dolması ve Peynirli Kabak Çiçeği Kızartması beni benden aldı. Kabak çiçeği dolmasının hayranlarından biriyim ve bitmesin diye minik minik parçalara ayırarak yedim :) Annem evde enginar yapsa yemeyen ben silip sürdüm. (Anneme söylemedim, umarım okumaz:) Ve işte geldik ana yemek olan Kağıtta Cibez ve Zahterli Patatesli Levrek. Şimdi bir itirafta bulunmak istiyorum.
Balık severim ama, hiçbir zaman o balığın hakkını vererek yiyemem ve çok zorlanırım. 'Balığın yarısını bıraktın yine' derler bana hep. Menü'de balık görünce, rica edeyim de tek kişilik getirsinler ben oradan tırtıklarım diye geçirdim aklımdan. Ama söylemeye fırsat bulamadan balığı önümde gördüm. Korka korka, kağıdı açınca duyduğum en güzel kokulardan biriyle karşılaştım ki, o balığı nasıl yediğimi bilmiyorum, ona o lezzetli aromayı nasıl verdilerse artık, kafamı dahi kaldırmadan tüm balığı, altını çiziyorum 'tüm balığı' yedim:) Aşçıbaşı masaya geldiğinde ne diyeceğimi bilemedim. Daha iyi olamazdı kesinlikle. Bu arada masamıza gelen bir garsonla, aradığımız şarabı da bulmuş olduk. Bize en sevdiği beyaz şaraplardan birini getirdi ve yemeğimize romantizm kattı. Şaka şaka, baya ilk insan gibi sessiz sessiz yiyerek içtim her şeyi :) Garson, Şili şaraplarından Montes Sauvignon Blanc tercihi ile bize işte bu dedirtti.

Ve sıra geldi geldiğimizden bu yana anlata anlata bitirilemeyen Otlu revaniye, ben elbette buna da otlu revani mi? Nasıl olur ki? diye yaklaştım. Masaya getirdiklerinde nasıl heyecan yaptıysam, tatlı için getirilen tabakları gözüm görmemiş ve direkt ortadan çatalımla dalmışım. Masa toplanırken kullanılmayan tabakları görünce anladım :) Otlu derken içine ne gibi otlar olduğunu bilmiyorum ama ben işin hem bu kadar hafif hem de bu kadar lezzetli olmasıyla ilgilendim açıkçası. Evet tüm yemek boyunca hiç fotoğraf çekmedim. Çünkü aklıma bile gelmedi, sadece yemek istedim o kadar :) Bizimle öyle özel ve güzel ilgilendiler ki, ne kadar teşekkür etsek az.  Yolunuz düşerse bir uğrayın :)


5 Şubat 2017 Pazar

Sait Faik'in Burgazada'sına gidiyoruz haydi :)

https://www.instagram.com/gezginayii/


Şehir üstünüze üstünüze gelmeye başlayıp da çok uzaklaşamayacak durumdaysanız, endişelenmeyin birkaç saatliğine bile olsa İstanbul'dan kaçıp buraya gelebilirsiniz. Ve işte Burgazada'dasınız ...Hem deniz havası hem bolca yeşillik var burada. Biz kaçamağımızın daha ilk dakikalarında, adaya adım atar atmaz karnımızı doyurmak için kendimizi Ergün Pastanesi'ne attık.  Bu pastanenin en önemli özelliği ponçikleri. Böyle içi dolgulu hamur mutluluğu bunlar. (Fotoğraflarını çekmek, hepsini yedikten sonra aklıma geldi :) Şuradan sağa dönün buradan düz gidin gibi yol tarifleri vermeyi sevmiyorum pek. Gideceğiniz yerleri not edin ve sorun. Bırakın elinizdeki telefonu, açın defterinizi, bakkala, manava, kapı önünde oturan teyzelere sorun nasıl gideceğinizi. Azıcık da sohbet edin onlarla, yaşayın gittiğiniz yeri... Sait Faik'e selam vermeden dönmeyin adadan. Müze Darüşşafaka Cemiyeti'nin sorumluluğunda ve ücretsiz. İçeride Sait Faik'in eserleri, mektupları, eşyaları ve pek çok hatırası var. Çatı katından manzarayı izleyip, Sait Faik'e mektup yazmadan dönmeyin...



Kalpazankaya


Madamme Martha Koyu
Biz aşağı kadar inmedik. Ama bir  sonraki gelişimizde
orada denize girmeyi planlıyoruz. Siz giderseniz
hazırlıklı gidin :)




Eski adıyla Halikya olan Madam Martha Koyu'nun oldukça hüzünlü bir hikayesi var. Bu Lübnanlı Marta Arat'ın hikayesi... Ada'da her zaman herkese yardım etmesi ile bilinen, eşini her akşam iskeleden karşılamaya giden, o zamanın insanlarına göre, giyim tarzıyla dikkat çeken, söylenenlere göre çıplak denize giren, denizden topladığı taşlarla kolye yapıp çocuklara hediye eden ve güzelliği dillere destan güzel mi güzel Marta... Kulağına gelen çirkin dedikodulara dayanamayan Marta bir gün arkasında 'Artık rahat edersiniz' yazılı bir not bırakarak kendini bu tepeden sulara bırakınca bu koy onun anısını yaşatmak için Madam Martha Koyu olarak anılmaya başladı. Şimdilerde bu koyda denize girebilir, kamp yapabilirsiniz...




Sait Faik'le selamlaşıp, Madam Martha ile de dertleştikten  sonra Kalpazankaya'ya çıkın, açın ellerinizi iki yana nefes alın derin derin ve yaşadığınızı hissettirin ciğerlerinize :) Varsa vaktiniz güneşin batışını da burada izleyin.











Kalpazankaya'da bedeninizi ve ruhunuzu yenilediyseniz meydana doğru inişe geçebilir ve Ayios İoannis Kilisesi'ni görebilirsiniz. Bu kilisenin Patrik Metodios'un 7 yıl boyunca esir tutulduğu mahzenin üzerine yapıldığı düşünülmektedir.



























Ada sokaklarında her renk var.


2 Haziran 2016 Perşembe

Yolculukların en güzeli...







İlk gün koşa koşa gittiğimiz 8. Kadıköy Kitap Günleri İstanbul'un en güzel yerlerinden Haydarpaşa Garı'nda başladı. Bu yıl 112 yayınevi ve 8 sivil toplum kuruluşu katılıyor. Kitap Günleri, 53 söyleşi ve 600'e yakın imza günü ile ve 5 Haziran'a kadar da devam edecek.

 Peki nasıl gidilir derseniz... 

Aslında pek çok yol var. Biz metrobüs kullandık,  Söğütlüçeşme'den de yürüdük, ama ben yürümek istemiyorum derseniz, Haldun Taner Sahnesi, Söğütlüçeşme Metrobüs Durağı ve Bostancı Otobüs Durağı'ndan Haydarpaşa'ya sabah 9.30'dan itibaren her saatte bir ücretsiz ulaşım var. Ben bunları da kullanmak istemiyorum derseniz de Karaköy'den motorla Haydarpaşa'ya gelebilirsiniz. Ki bence bu en güzel yol, denizden denizden püfür püfür..(Bu yolu yeni öğrendim, daha önce bilseydim bunu kullanırdım:)

İşte yaklaşıyoruzz:)











Not: Bizim gibi çıkıştan girmeye çalışmayın, yönlendirmeleri takip edin:) 




İlk girişte sizi broşürlerin ve Kadıköy Belediyesi'nin hazırladığı bez çantalar karşılıyor. Kolunuza çantanızı takıp, vagonların arasındaki turunuza başlayın. Pek çok kitabevi ve indirim var. Ayrıca bir de sosyal sorumluluk projesi var. Katılan her yayın evi, kütüphane ve okullar için en az 100 kitap bağışlayacak. Sadece yayın evleri değil, bizler de satın aldığımız kitapları alana kurulan kumbaraya atıp bağışlayabiliyoruz.


Gelelim bizim mini turumuza. Mini diyorum çünkü geç kaldık:( Biz gittiğimizde saat 20,45 gibiydi ve bir kaç kitabevi stantların üzerini kapatmıştı bile. Evet biraz erken ama neden o kadar erken toplandıklarını bilmiyorum. Çok geç kalmasanız iyi olur. Saat 22.00'ye kadar doya doya gezebilirsiniz. 15-20 dakika kala az sonra kapanacağını haber veren anonslar duyacaksınız. İsterseniz kitaplarınızı alıp trenlerin içinde oturup göz atabilirsiniz, ya da Boğaz'a karşı bir bank bulabilirsiniz, hiçbir şey bulamazsanız, oturun Haydarpaşa'nın merdivenlerine çekin içinize Boğaz havasını, yaşadığınızı hissedin...



Daha da detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz...


http://www.kadikoy.bel.tr/documents/file/1_Kitap%20gunleri_brosur.pdf









7 Ocak 2016 Perşembe

At kendini çadıra, bak keyfine





İki günlüğüne bırakın şehirlerinizi, teknolojinizi, lükslerinizi, işlerinizi ve evlerinizi, GİDİYORUZ... Daha önce hiç duymadığınız kadar kuş sesleri eşliğinde, hayatınızda hiç olmadığı kadar huzurlu uyanacaksınız bu sabah. Geç kalkmanız pek mümkün değil burada, eğer mevsimlerden yazsa, güneş doğar doğmaz sizi de uyandıracak.

Bizim geçtiğimiz yaz aylarından birinde kamp durağımız Saros Kömür Limanı oldu:) Buraya arabanız ya da motosikletiniz olmadan gelmek biraz zor. İstanbul'dan çıkıp Tekirdağ, Edirne derken Çanakkale'nin bu saklı yerine yaklaşık 4 saatte ulaşabilirsiniz. Dikkatli olmanız gereken bir nokta, gece yol zifiri karanlık, virajlı ve uçurumlu. Eğer gelebiliyorsanız gündüz gelmenizde fayda var.




Çadırlarımızı gece gelip, gördüğümüz ilk yere kurduk:)  Zemin biraz taşlı ama boşverin 2 geceliğine bırakın yumuşak yataklarınızı, doğa hepsinden çok daha rahat:) 


Sabah bu manzarayla uyanmak isteyenleri şöyle alalım:)


Geceyi burada geçirdikten sonra sabah ilk işiniz önce şu manzaraya bakıp derin bir nefes almak ve kendinizi suya bırakmak olsun. Burası aynı zamanda bir dalış merkezi, dalış için gelen pek çok ekip, burada konaklıyor. Denizin dibi biraz taşlı, yanınızda deniz ayakkabısı getirirseniz daha rahat edersiniz.




Yemek için, ev yemekleri yapan bir yer var burada. Ama siz isterseniz, buraya gelmeden, mangal ve sucuk alabilirsiniz. Bizim mangalımız da olmadığı için taş arasında, bulduğumuz çubuklara sucukları geçirerek yaptık:) Mangalımız olmadığı gibi ekmeğimiz de yoktu. Etraftaki insanlardan ekmek bulup öyle yaptık. Elimizi kolumuzu sallaya sallaya gitmişiz. Siz bizim yaptığımızı yapmayın, mangalınız olmasa da olur ama ekmek, su alıp inin buraya.







İstanbul'dan yaklaşık 4 saatte ulaşılabilen Kömür Limanı'na geldiğinizde, gece kumlara uzanın ve gökyüzünü izleyin. Sadece ay ışığının olduğu bu yerde, yıldızları hiç olmadığı kadar güzel göreceksiniz. Bunu yapmadan sakın dönmeyin. Şimdiden iyi kamplar:)






18 Aralık 2015 Cuma

Bu müze başka müze


Bitmek bilmeyen soğuk havaların biraz da olsa yurdumuzu terk etmesiyle birlikte outdoor aktiviteler de gün yüzüne çıkmaya başladı. Hem gözlerinizin hem de ciğerlerinizin bayram etmesini isterseniz bildiğim güzel bir yer var. Belgrad Ormanı'nın güneydoğusunda kalan Atatürk Arboretumu burayı ziyaret edenlere tam bir görsel şölen sunuyor. 

Peki nedir bu Arboretum?

Arboretum, bilimsel araştırma ve gözlem amacıyla yaşları ve orijinleri belli, uygun seçilmiş alanlarda yetiştirilip sergilenen botanik bahçeleridir. Ülkemizde iki adet arboretum bulunuyor. Bunlardan biri 1949 yılında 38 hektarlık bir alanda Prof. Dr.Hayrettin Kayacık'ın önerisi üzerine kurulan Atatürk Arboretumu, diğeri ise Hayrettin Karaca tarafından Yalova'da kurulan Karaca Arboretumu'dur.


                


Atatürk Arboretumu'na nasıl ulaşacağımız ilk bakışta bizi biraz ürküttü ama yaklaşık 1 saatte toplu ulaşım kullanarak gelmeyi başardık. Üsküdar'dan motorla Beşiktaşa, oradan minibüsle Hacıosman'a sonrasında da Bahçeköy otobüsünü kullanarak buraya ulaşabilirsiniz. Giriş için 10 TL ödeyip broşürünüzü alın ve bırakın kendinizi yeşilin ellerine.





Arboretumun içinde 2 adet göl,  birbirinden farklı 2000 adet bitki ve pek çok gelin damat var:) Kendinize daha sessiz bir yer arayacak olursanız büyük gölden biraz uzaklaşmanız gerekiyor. Sessizliğin ve manzaranın tadını çıkarabileceğiniz birçok ıssız köşe var burada. Banklardan birine oturun ve sadece dinleyin. Bol bol fotoğraf çekip gününüzün 3-4 saatlik kısmını bu canlı müzeye ayırabilirsiniz. Şimdiden iyi eğlenceler...

16 Aralık 2015 Çarşamba

İş çıkışı nereye gidelim?

"Etrafımda yine kızlar, bir akşam dışarıdayız:)"





Bir haftayı daha neredeyse bitirmek üzereyiz. Uzun zamandır ev ve iş arasında mekik dokuduğumuzu fark edince biz de attık kendimizi dışarı. Evet hava soğuk ve yağmurlu olabilir ama bu bizi durdurabilir mi? Elbette hayır diyenlerdenseniz o zaman koşun Cihangir'e gidiyoruz. Bir kaç gün önce bulduğumuz butik kahvecilerden rastgele biri için yollara düşüyoruz. Ne için? Farklı bir tat uğruna, Sonuç? Pek iç açıcı değil:)

 
     
Peki ama nasıl gidilir Cihangir'e?

Metrodan Taksim'de indikten sonra İstiklal'e girmeden Sıra Selviler'den buraya ulaşabilirsiniz. 











 Bizim listeden seçtiğimiz yer Brew Lab isminde sevimli bir kahve dükkanıydı. Ortamı oldukça rahat ve müzikler çok keyifli. Pek çok çeşit kahve bulunuyor burada. Tuzlu Karamelli ve Flat White isminde iki kahvesini deneme şansımız oldu bizim. Tuzlu Karamelli de ne öyle diyebilirsiniz ki çok haklısınız, ismi zaten evet ben farklıyım diyor ama, biz ısrarla denemek istedik. Ve anladık ki, tereyağ ve karamel kahve için pek bizlik değil:)


Ve işte o meşhur Tuzlu Karamelli:)





 Flat White, sütlü filtre kahveye çok benziyor. Tamam kahve seçimi konusunda biz çok başarılı olamamış olabiliriz ama yine de sadece müzikleri için bile gidilir.Eğer buraya hiç gitmediyseniz iş çıkışı gidilebilecek güzel mekanlardan biri. Organize olun hadi:)

13 Aralık 2015 Pazar

Galata Simitçisi







Bundan yaklaşık 2 ay kadar önce Karaköy'de dolaşırken tesadüfen fark ettiğimiz Galata Simitçisi, yolumuz düşerse uğrayacağımız bir yer olmaktan çıkarak, haftasonu planımıza dahil ettiğimiz bir mekan haline geldi. Günün her saatinde yenebilen simidi, fırından çıktığı gibi yemek için bizim tek durağımız artık burası. Burada sadece simit yok, biz tahinli çöreğini ve simidini test ettik sıra sıra gidiyoruz:) Küçücük bu simitçinin önünden fark etmeden geçip gittiyseniz bir uğrayın derim. Yetişmeniz gereken bir yer yoksa, bizim gibi termosunuza çayınızı alıp, Karaköy sahilde keyif yapabilirsiniz.


  "Beni de kendilerine benzettiler, ayiyim ben ayiiii simit çay ne demek?"


Bizim yaptığımızı yapın demiyorum ama hazır Karaköy'e kadar gelmişken Güllüoğlu'na uğrayın ve çok abartmadan bir kaç çeşit baklavanın tadına bakın. Üstüne bir de balık ekmek yediniz mi tamamdır.  Kısacası Karaköy'e gelerek mini bir gastronomi turu yapabilirsiniz. Şimdiden herkese afiyet olsun:)

























Nasıl gidilir?

Karaköy'e en rahat Kabataş - Bağcılar tramvay hattını kullanarak ulaşabilirsiniz. Kabataş'a gelmek için ise en kolay yol, metro kullanarak Taksim'e gelmek oradan da füniküler ile Kabataş'a geçmek. Tramvaydan Karaköy durağını inip Galata Simitçisine yürüyerek gidebilirsiniz.